|
22 Nisan 2023, 09:58 | #281 |
Çevrimdışı
Schmiss
|
Yanıt: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)
İlk bayramın üzerinden tam 24 yıl geçmiştir. Sorsalar hatırlamazsın ama o ilk yediğin tokat hâlâ zihnindeki duvarda Mona Lisa tablosu gibi asılıdır. Unutamazsın. Mutluluk, o ilk bayramdır, acı ise kafanı çevirdiğin her yerde canlanan o tokat sahnesi. Yani mutluluk, herkes için farklıdır ve genelde tam zıttır.
Anlatmak istersin. Olmaz.
__________________
İmzalardaki bağlantıları veya görselleri görüntülemek için gönderi sayınızın 10 veya daha fazla olması gerekir. |
|
22 Nisan 2023, 19:25 | #282 |
Çevrimdışı
Schmiss
|
Yanıt: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)
Tarif edemediğin, dile getiremeyeceğin şeylerden kurtulamazsın. Kesik kola turnike misali, biraz olsun unutmak istersin. Bu sefer de bir türlü gelmez ambulans, kafandaki trafikten. Gelse de fayda etmez, çok geçtir artık.
Anlatmak istersin. Olmaz.
__________________
İmzalardaki bağlantıları veya görselleri görüntülemek için gönderi sayınızın 10 veya daha fazla olması gerekir. |
|
23 Nisan 2023, 00:31 | #283 |
Çevrimdışı
Schmiss
|
Yanıt: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)
Hematoloğa gidersin. Tanı koyar, ilaç verir, ama hiç dinlemez. Tarif etmek istedikçe batarsın, konuşmaya çalıştıkça bocalarsın. En sonunda kendine zarar veren insanların arasında bulursun kendini. Yaklaşır biri yanına, ekmeği böler gibi kırar jiletini ikiye, uzatır sana. Ağlarsın. Siler gözyaşını ve konuşmaya başlar: “Yanan bir evin içindekilerini kurtarmanın yolu; pencereyi veya kapıyı kırmaktır. İçindeki yangından kurtulmak da öyle! Kes kendini, ağlama! Hem... Doktorlar da, ‘Ağla, açılırsın, rahatlarsın’ demedi mi, herkes gibi? Ama sen, tut kendini, ağlama. Çünkü iç yangınının benzini... Neyse.”
Anlatmak istersin. Olmaz.
__________________
İmzalardaki bağlantıları veya görselleri görüntülemek için gönderi sayınızın 10 veya daha fazla olması gerekir. |
|
24 Nisan 2023, 14:43 | #284 |
Çevrimdışı
Schmiss
|
Yanıt: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)
Hematologdan çıkar polis merkezine gidersin. “Kurtarın beni” diye yalvarırsın. Anlamazlar, dışarı atarlar seni. İçine attıkların gelir, susarsın.
Anlatmak istersin. Olmaz.
__________________
İmzalardaki bağlantıları veya görselleri görüntülemek için gönderi sayınızın 10 veya daha fazla olması gerekir. |
|
25 Nisan 2023, 15:48 | #285 |
Çevrimdışı
Schmiss
|
Yanıt: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)
Gider bir çam ağacının yanına çöker, iki elinle yüzünü kapatırsın. Anlatamazsın kimseye, hatta kendine bile bile. Bilirsin; tüpsüz dalış rekoru dedikleri şey, düşünerek unutmaya çalışmaktır geçmişi sadece.
Anlatmak istersin. Olmaz.
__________________
İmzalardaki bağlantıları veya görselleri görüntülemek için gönderi sayınızın 10 veya daha fazla olması gerekir. |
|
25 Nisan 2023, 17:33 | #286 |
Çevrimdışı
Schmiss
|
Yanıt: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)
Hocan “Anlamayan var mı?” diye sorduğunda, utancından susup parmak kaldıramayan bir çocuksun sen, o yüzden hep aynı sahnede bulursun kendini: tam ortasındayken o rekorun, nefes alarak çırpınırsın geçmişinde. Nefret ede ede yaşamaya çalışırsın, anladığını bile anlatamadan.
Hep anlatmak istersin. Hiç olmaz.
__________________
İmzalardaki bağlantıları veya görselleri görüntülemek için gönderi sayınızın 10 veya daha fazla olması gerekir. |
|
29 Nisan 2023, 15:06 | #287 |
Çevrimdışı
Schmiss
|
Yanıt: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)
“Nasıl kurtulacağım?” sorusuyla gelirsin kendine. Kimse söylemez de, oturduğun çam ağacının yanındaki tıka basa dolu çöp tenekesinden dibine düşen buruşuk sigara paketi cevap verir sana, “Sigara içmek öldürür” der, utanmadan. “Neyi öldürür?” diye soramadan en yakın büfeye koşarsın, en ucuz sigarayı alırsın ve çıkarırsın içinden bir tane, yaktırırsın büfedeki abiye. İçine çektikçe “Ne anladın lan bu dünyadan?” sorusu kemirir boğazını, ama cevap veremezsin. Düşüşünü seyredersin kül olmuş gençliğini, kaldıramadığın o parmağın ucundan.
Hep anlatmak... Olmaz.
__________________
İmzalardaki bağlantıları veya görselleri görüntülemek için gönderi sayınızın 10 veya daha fazla olması gerekir. |
|
01 Mayıs 2023, 09:57 | #288 |
Çevrimdışı
Schmiss
|
Yanıt: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)
Dayım, çiftçi olduğu için büyük baş hayvanı çoktu. Gerçi KGM'den emekli olduktan sonra başlamıştı çiftçiliğe. Neyse. Daha yaşım on bir. Gözlerimin önünde atımızı vurmuştu dayım. Çok ağlamıştım. Çünkü ilk defa ölümle tanışmıştım.
Dayım, çok soğukkanlı bir adamdı. Kolu kopsa gülümserdi. Atı vurduktan sonra etkilendiğimi görünce de “Bir gün herkes terk edecek seni, bunun en dürüst şekli ölüm olacak” demişti. Kızmıştım. Çok kızmıştım hatta. Çünkü gözümün önünde atımızı vurmuştu. Yaklaşık on bir yaşımdan on dokuz yaşıma kadar dayımın cani olduğunu düşünüyordum. İçimde sıkışıp kalan o anı tam on dokuz yaşımda sordum dayıma. Mayıs ayındaydık ve tam ayın biriydi. “Neden öldürdün dayı?” diye sorduğumda da hiç tereddüt etmedi “Acı çekiyordu yeğenim” dedi. Bu cevaptan sonra artık emindim cani olduğuna. “Ulan acı çekiyor diye öldürülür mü bir can?” şeklinde iç çekmiştim. O günden sonra hep dayımın acı çekeceği anı kolladım. Ama bu dayım, hiç acı çektiğini belli etmedi. Kısmi felç oldu, kanser oldu, organlarını söktüler, yirmi altı yaşındaki evladını ve kırk dokuz yaşındaki eşini aynı mezara koydular, yine de acısını belli etmedi. Hayatımdaki en güçlü karakterdi. Bu nefret bir anda hayranlığa dönüşmüştü. Peki, onu bu kadar güçlü yapan neydi biliyor musunuz? Evet, kötü şeylerin olabileceğine inanmamasıydı, onu güçlü yapan. Bunu da yengemi mezara koyduktan sonra bana boş boş bakıp “Yengeni çıkarsana yeğenim oradan, çay falan yapsın, misafirler var baksana” diye çıkıştığında anlamıştım. O an neyi düşündüm biliyor musunuz? Atımıza yaptığının aynısını ona yapmayı. Olmadı. Yengemden ortalama sekiz ay sonra dayım da öldü ve ben, dünyanın bomboş bir yer olduğunu öğrendim. Bunu da dayımın yıllarca çalışıp topladığı parayı bölüşemeyen çocukları sağladı. Belki de “Atın intikamı” dedikleri şey buydu. Bilmiyorum. Aklıma sadece dayımın “Biter yeğenim, biter. Kardeşlik de biter, kalleşlik de. Yalnız kardeşliğin bittiği yerde kalleşlik başlar” sözü kaldı. Ama kızgınlığım hâlâ ölmemişti. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Gözümün önünde öyle şeyler öldürüldü ki, yıllarca dayıma haksızlık ettim diye dönüp bu sefer de kendime kızdım...
__________________
İmzalardaki bağlantıları veya görselleri görüntülemek için gönderi sayınızın 10 veya daha fazla olması gerekir. |
|
05 Mayıs 2023, 23:02 | #289 |
Çevrimdışı
Schmiss
|
Yanıt: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)
Kendimi bildim bileli bu tuvaletteyim. Pislik temizliyorum. İmsak vaktine yarım saat önce açıyorum, yatsı namazından sonra kapatıyorum. Camiye çok yakın. Bir kere zorla babam Kur'an kursuna yolladı, mesafeyi oradan biliyorum. Dindar değilim, hiç de olmadım. Bir keresinde Yakub hoca, (Cami imamı) sırf ona gülüyorum diye tokat atmıştı bana. O günden beri gitmiyorum. Bugün öldü, cenazesine katıldım, başka bir imam “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diye sordu üç kere, üçünde de helal ettim. Sırf mahşerde karşılaşmayalım diye.
Hazır mahşer demişken... Çekmecede çakmağımı buldum da, o yüzden aklıma Baturay geldi. Günahını aldım bugün, ama bu vesileyle de sigara içmedim. Bir nevi sevaba girdi sayılır. İnşallah o beni duyar da hakkını helal etmez. Sevmediğimden değil ha, mahşerde bulamazsam diye çok korkuyorum. Kocaman yer, kim kime dumduma. Boktan bir yerdeyim demiştim ya, ya da tuvalet, neyse işte. İnsanın içi dışı bir olduğunu pislik temizlerken anladım. Burada başıma gelen tek güzel şey, frekansını zor tutturduğum radyoda çalan Neşet Ertaş'ın “Ah yakan dünya” türküsüydü. Onun da yarısını önümde durup adres soran tır şoförü yüzünden dinleyemedim zaten. Hayat işte. Hazır tır demişken... Baturay, hiç otobüse binmezdi. Evi ile okul arasında yaklaşık üç kilometre yol vardı ama o hep yürürdü. Çarşıda buluşmak için sözleşirdik, gene yürürdü. Hep yürürdü. Bizim burada Ahmet Vefik Paşa tiyatrosu var. Tiyatronun karşısında da kocaman Atatürk heykeli... Bakışları o yeri gösterir. Bunu aramızda ilk fark eden Baturay'dı. Çünkü Baturay, kafası güzelken o heykele bakıp, “Atatürk, resmen buraya gelin diyor lan” demişti ve sonra da dönüp şöyle eklemişti; “Ata'mın baktığı yerde buluşalım.” o günden sonra hep orada buluştuk. Bazen Baturay'ı orada sızarken bulurduk. Bir Songül'ü severdi, bir de Galatasaray'ı. Ama ne Songül'ü Galatasaray gibi severdi, ne de Galatasaray'ı Songül gibi. Zaten uyuşturucuya da yedinci sınıfta başlamıştı. Songül'ü unutmak için. Ya da Ersin'in elini tutmasını unutmak için. Ama muhakkak unutmak için. Bally çekerken, “Niye yürüyorum biliyor musun?” diye sormuştu. Daha cevap bile vermeden “Çünkü” demişti, “bir gün böyle yolda yürürken lüks bir araba yanımda duracak, içinden çok zengin, zengin olduğu kadar yaşlı ve çirkin götleğin teki çıkıp hayatımı değiştirecek gibi iğrenç bir umudum var. Belki saçma ama cidden en büyük umudum bu. Zenginler zor ölür biliyorum, i yüzden tedavisi imkânsız olan bir ****** çocuğunun dünyadaki son çılgınlığı olma hayalim var anlayacağın. O yüzden yürüyorum.” Ben de içimden, “Zenginler, imkansıza inanmaz” ardından da dışımdan “Zengin olup beni unutma ha” demiştim. Sonraları ben de yürüdüm. Hep yürüdüm. Hâlâ da yürüyorum. Neden mi? Çünkü o konuşmadan yaklaşık 17 ay sonra bir tırın altında kalmıştı Baturay. Hayali gerçekleşemeden öldü gitti. Ben devraldım görevi. Çünkü düşündüm de, benim de bu dünyada başıma gelmesini bekleyecek daha iyi bir umudum yoktu. Hazır umut demişken... Songül'ün düğünü varmış üç ay sonra. Varmış, diyorum çünkü davetiyesi gelmiş. Sene mevlidine gitmeden önce eve uğramıştım, o arada gördüm. İşin tuhafı ne biliyor musunuz? Gözlerim sadece “Ersin & Songül” ibaresini aradı istemsizce, fakat yazmıyordu. Yoksa içer içer gidip düğünlerini basar “Bie gün dâhi olsa yasını tutun ****** çocukları” derdim. Olmadı. Çünkü Baturay'ın öldüğünü de Songül'den öğrenmiştim. Belki ikisi de vicdan yapar diye düşündüm. Çünkü Ersin, bile bile Songül'e takılmıştı. On bir yaşından beri de başkasını sevmemişti Baturay. Nasıl sevsin ki? “O gün Baturay'a vuran tır şoförü, Songül'den daha vicdanlıymış, sanki gerçeği biliyormuş gibi onu aramış” demiştim, tabii gerçeği sonra öğrenmiştim. Bizim Baturay, hiç telefon şifresi koymazdı. Gerçi numara da kaydetmezdi. Çünkü ezbere bilirdi herkesi. Bir tek Songül'ü kaydetmiş, hem de “Acil” diye. Çünkü onu unutmaya çalışırken aklında tutamazdı. Haklı da. Kazadan sonra aramışlar Songül'ü, o da beni aradı, baya saydı sövdü. Hiç sesimi çıkarmadım. Diyeceğini deyip kapattı yüzüme zaten. Sonra aradım Batu'yu, öldü dediler. Sonra da gömdük işte... Ben mi? Cenazeden beri yürüyorum. Kime sorsam çakmak yok. İçimden “Hepiniz mı Yeşilay'cı oldunuz?” diyorum. “Ulan Baturay, ölmenin sırası mıydı, çakmağım sende kaldı...” diye hayıflanırken yine bu boktan yere geldim, ya da tuvalet, neyse işte. Hazır Baturay demişken... Demin paspas atarken aklıma takıldı moruk, şimdi bu Songül, harbi nasıl unutacak lan Baturay'ı? Neyse ya, her tarafı bok götürüyor zaten, az laf, çok iş. Müşteri gelmeden temizleyeyim şurayı. Ulan Sami, temizlemekle biter mi dünyanın boku? Hazır sürekli “Bok” demişken... Nasılsınız?
__________________
İmzalardaki bağlantıları veya görselleri görüntülemek için gönderi sayınızın 10 veya daha fazla olması gerekir. |
|
09 Mayıs 2023, 20:17 | #290 |
Çevrimdışı
Schmiss
|
Yanıt: Tanıyorum, Kinsin Sen! (Sû-i Zan'a Giriş)
Eğer yaşınız çift haneli rakamların ilk çeyreğindeyse, herhangi bir şeyin ölebilme ihtimalini düşünemezsiniz. Bu yüzden ölümsüz gibi yaşar ve hata yapmamaya, yalan söylememeye, rol yapmamaya, elinizdekilere sahip çıkmaya çalışırsınız. Hayatın anlık olduğunu unutup korkularına yenik düşebilir bir insan o yaşta. Ve bu nedenle ağlamaktan çekinmez. Utanmadan, deyim yerindeyse hayvan gibi böğürerek çok içten ağlayabilir. Tüm bunları da, büyüyüp tam tersini yaptığında anlar, bir parça. O dönemlerde canınızı yakan bir şey olursa asla unutmazsınız. Korkularımızın, sevdiklerinizin, inandıklarımızın ve doğru bildiklerimizin büyük kısmını o yaşlarda ediniriz. Dikkatli bakarsanız, çoğu şeyin çocukken beyninize işlediğini fark edersiniz. Bugün bile anne karnındayken, klasik müzik dinleyip sakin ruhlu olacağına veya kimin fotoğrafına bakarsan çocuğun büyüyünce ona benzeyeceğine inanılır. “Yedide neyse yetmişte de odur” demelerinin büyük sebebi de budur.
Aradan neredeyse on üç yıl geçmesine rağmen dayımı suçladığım bir olay vardı. Düne kadar hâlâ suçluyordum. Hani yukarıda “Herhangi bir şeyin ölebilme ihtimalini düşünemezsiniz” cümlesi var ya, o gerçek. Ben de köpeğimin öleceğine inanmıyordum. Hatta ileride benimle konuşacağını bile düşünüyordum. Öyle bir sevgi vardı ki aramızda, köpeğime sırlarımı veriyordum. Bir köpek, kafasını boynuna koyup, ön ayaklarını da boynuna sıkıca sarıp uyuyorsa, o küçük kafanın içindeki kocaman dünyanda yaşadığın şeyin tarifi olamaz. Bunun karşılığı da en fazla sırlarını paylaşmak olur zaten. Bizim ilk evimiz 750m²'lik kocaman bahçesi olan ve üç katlı bir evdi. İnanmazsınız belki ama o alana tüm yalnızlığım sığıyordu, hatta zamanla mahalleye taşıyordu. Bu zamanlarda bir köpeğimin olması demek, yalnızlığı yok etmek anlamına geliyordu benim için, anlayacağınız. Peki, sahip olduğunuz ve size ait olduğuna inandığınız tek şeyin dayınız tarafından götürülmesi ne demektir, bilir misiniz? Hayatım boyunca dayımı suçladım, ben. Bunu ona söylemekten de çekinmedim. Neler söyledim, bilseniz var ya. Bakın; emin olun, benim dayıma söylediğimi, Şeytan, Allah'a söylemiş olsaydı Araf (7/11-18) suresinde; cehennemin ateşini “Kün de yekün” diyerek değil, ilk önce kafasını alıp cennetin ayak basılmamış en tenha yerine kadar sürterek götürüp yakardı. Öyle şeyler dedim çocuk beynimle. Büyüyünce de değişmedi ne yazık ki. Dayım, dayanamadı ve yeni bir köpek aldı. Ama olmadı. Hiç sevemedim onu. Bizim ilçeye haftada bir pazar olurdu ve normalde alamadığımız şeyleri orada bulabilirdik. Benim çocukluk yaşlarımda en çok dinlenen sanatçılar İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay gibi arabesk yapanlar ve Ahmet Kaya'ydı. Ayrıca pop dinleyene farklı gözle bakılırdı. Neyse. Bir gün annemle gezerken pazarı, kasetçinin önünden geçtik. Annem arkada tezgahlara bakarken ben de kasetlere bakıyordum. Hani nasıl söyleyeyim, uzun zaman haber alamadığınız birinden mektup gelir ya, ya da ilkokulda en sevdiğiniz arkadaşınızı yolda görürsünüz falan... Anlayın işte. Kasetin üstünde DUMAN yazıyordu, altında da albüm ismi “Alışmam lazım” yazıyordu. Aradan üç yıl geçmiş, on üç bilemedin on bir yaşındayım ve köpeğim bana “Alış artık” diyordu. Köpeğimin adı Duman'dı, evet. Cebimde tam beş milyon vardı, hiç unutmuyorum. Ama kaset altı milyondu. Pazarcı amcaya “Beş milyonun var ama bu kaseti istiyorum” dedim, adam da “Bu kaseti zaten alan yok, al senin olsun” dedi. Aldım kaseti ve eve geldim. Taktım teybe, ikinci tarafın ilk parçasında çıkmıştı o şarkı ve bana “Belki alışman lazım, bu yalnızlığa...” diyordu. Dinledim. Sardırdım dinledim. Ağladım dinledim. Sürekli dinledim. Sonra taktım A tarafını, benim için en anlamlı parçayı dinledim. “Haberin yok, ölüyorum...” On bir yaşındayken birinin ölmesi, Mario oyununda bölüm sonunda tüm haklarının bitmesi gibi gelir. Ya da atari salonlarında jetonlarının bitmesidir. Yakartopta vurulmak, seksekte çizgiye basmak, körebede ebeye yakalanmak ve saklambaçta sobelenmektir. Yani oyundur ölüm. Dayıma “Duman da ölmüş müdür?” diye sorduğumda “Hayvanlar ölmezler yeğenim, tür değiştirir, şimdi kuş olmuştur” gibi saçma bir teselli cümlesi söyledi. İşin tuhafı, inandım. Ama o yaşların sonunda nefes problemi çekip ölümle burun buruna kalınca, aslında ölümün sadece filmlerde olmadığını anlamıştım. Cüneyt Arkın'ın oynadığı Battal Gazi filmleri de yalancıydı, Kartal Tibet'in oynadığı Tarkan filmleri de. Bu gerçekle yüzleşmek zorunda kaldım. Ahmet Kaya, öldü dediklerinde bile kaset çıkartmıştı oysa! Fakat Duman'ın ölme fikri hiç inandırıcı gelmemişti. İnanmıyordum. Niye biliyor musunuz? Çünkü onu en son gördüğümde yaşıyordu. Kuzenim askere gitmeden iki yıl önce anneanneme kolon kanseri teşhisi konuldu. Doktor, dayıma “Anneniz maksimum altı ay yaşar” dedi. Ama tam üç yıl yaşadı. İnanabiliyor musunuz? Tam üç yıl, bir insanın öleceğini bile bile onun gözünün içine bakarak gülmeye çalışmak nasıl bir şey düşünebiliyor musunuz? Peki, o altı aydan sonra nefesini kontrol etmeye çalışmayı bilir misiniz? Birine hem “Ölmeyeceksin” deyip, hem de öleceğini düşünüp kendini sürekli hazırlamak ne demek bilemezsiniz! Anneannem öldüğünde, dayım yoldaydı. Defin ederken oradaydı ve hiç ağlamadı. Sadece sustu. Akşamına da içti. Çünkü inanmıyordu öldüğüne. Sonra aradan üç ay geçti, kızı kollarında öldü. Annem, üç gün ağladı. Ben böyle bir ağlama görmedim. Ses tonu, Cem Adrian'ın Sarı Gelin türküsündeki ses oktavına birebir dönüşmüştü. Ben de o anda anlamıştım, hayatın kocaman bir sıfırdan ibaret olduğunu. Yine dayıma, “Duman yaşıyor mudur dayı?” diye sordum gülerek. İstemsizce yaptım bunu. O da, kandıramayacağını anlayınca “Köpekler, en fazla on yıl yaşar yeğenim” dedi. “Bıraksaydın da on yıl yaşasaydı yanımda” diye çıkışır gibi oldum, “Yeğenim, ben o köpeği götürdüğümde dokuz yaşındaydı zaten” diye kesti sözümü. Sonra devam etti “Eğer bir şeyin öldüğünü gözlerinle görmezsen inanmazsın. O köpeği çok seviyordum. Ölürse geri gelmeyeceğini bilirdin, ama eğer götürürsem bu umutla yaşayabilirdin ki öyle de oldu. İkinci olanı seçtim. Ama bunu yaparken hayatın anlık olduğunu unuttum. Yine de keşke demiyorum. Diyemiyorum. Keşkeler geri gelmiyor maalesef. Bak bana, annem mı öldü, yoksa kızım mı karar veremiyorum. Dayımın mevzu açılınca ‘Rahmetli kızım, şöyle derdi’ şeklinde konuşurken, annem için aynını diyemiyorum...” Dayım, köpeğimin öleceğini biliyordu. Ancak bir şeyi unutmuştu. Ben arabayla kaza yapınca bile araba sürmemeye yemin etmiştim. Yani eğer ölseydi köpeğim, bekli her şeyin bir gün yok olacağına inanırdım, şimdi ise hiçbir şeye sahip olmak istemiyorum. Çünkü birileri gelip onu alacak zannediyorum. Korktuğum şeyin olma ihtimali, olmasından daha fazla üzüyormuş insanı. Çünkü birinde sürekli yaşıyorsun, diğerinde bir kere. Bu ölümden daha kötü... Ve maalesef, geri gelmeyeceğini bildiğim bir şeyi beklemeyi çok iyi öğrendim o yaşlarda. Öyle büyüdüm. Anneannem kanser olduğunda Tarık Akan'ın filmini yaşıyorduk resmen. (Hani şu üç kardeşin konu alındığı film) Hatırlarsınız işte. O çocuğa nasıl davranıyorlarsa, biz de öyle davranıyorduk. Çocuk, “Öldüğümde bilyelerim senin olsun” demişti ya arkadaşına, benimki ölmeden olmuştu işte. Anlıyor musunuz? Dayım, annesi öldüğünde neden ağlamadı biliyor musunuz? Çünkü daha önceden, yani üç yıl önce kabullenmişti ölümünü. O günden beri inandırmıştı kendini. Ve ölünce de bedenini koydu toprağa. Ben de ağlamamıştım, Duman'ı götürdüğünde. Sinirlenmiştim. Belki sinirden gizli gizli... Yalnız umutlu. Ölmemişti ki benim için. Birazdan koşup gelecekti... Şu an ağlamak o kadar kolay ki. İçten içe de değil, ana bacı siber gibi. Olmuyor hâlâ. Kabullenmek bu kadar kolayken hem de! Her neyse, ben, dayımı affettim. O çocuk kalan yerim de affetti. Çünkü öleceğini düşünmeden benimle büyüdüğünü zannettiğim köpeğim çoktan öldüğünü biliyorum artık. Belki gittiği ilk gün biliyordum, fakat buna gerçekten inanıyorum. Bakın elinizde kalanlara. Kaybedeceksin. Neyiniz varsa, ya aynı anda, ya da teker teker kaybedeceksiniz. Aynı gün, üst üste... Ama mutlaka! Ben, mi? Ben, sadece boşluğa bakıp umut etmeyi ve Asr süresinin ikinci ayetini haklı çıkarır gibi yaşamayı öğrenmişim bu geçen sürede. Hatırlayın, ne diyordu ayette: “İnsan, ziyan içindedir. (103/2)”
__________________
İmzalardaki bağlantıları veya görselleri görüntülemek için gönderi sayınızın 10 veya daha fazla olması gerekir. |
|
İçeriği Sosyalleştir |
Etiketler |
dipnoz, giriş, hel, kimsin, kinayet, kinsin, mahîsin, min, sen, seni, sûi, tanıyamıyorum, tanıyorum, yazgıtay, zana |
Şu anda bu konuyu görüntüleyen etkin kullanıcılar: 80 (0 üye ve 80 konuk) | |
|
TrendForum.Net genel forum paylaşım sitesidir. Bu nedenle foruma kaydolan tüm gerçek kişiler, kontrole tabi tutulmaksızın içerik paylaşabilmektedir. TrendForum üzerinden paylaşılan mesaj, konu ve görsellerden yana doğabilecek yasal sorumluluklar; paylaşan kullanıcıya aittir, TrendForum.Net yer sağlayıcı olduğu için hiçbir yasal sorumluluk kabul etmez. İllegal herhangi bir faaliyetin saptanması durumunda; İLETİŞİM sayfası üzerinden ulaşıldığı takdirde mesaj, konu ya da görsel; en fazla 48 saat içerisinde silinecek ve bildiriminiz üzerinden tarafınıza dönüş sağlanacaktır.
5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince sitemizde telif hakkı bulunan mp3,video v.b. eserlerin paylaşımı yasaktır. Yasal işlem olması halinde paylaşan kişi ya da kişilerin bilgileri gerekli kuruma verilecektir.
TrendForum.Net, lisanslı vBulletin® kullanmaktadır. Tüm hakları saklıdır. ©2022-2024
Tema Tasarım: Vision / Fibertus.Net